6284 sayılı İstanbul Sözleşmesi ve Yanlış Bilinenler

  • İstanbul Sözleşmesi Nedir?

 Resmi adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi” olan İstanbul Sözleşmesi, cinsiyete dayalı şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve mücadelesi için Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bir sözleşmedir. Sözleşme, kadınların haklarını korumak, şiddeti önlemek ve şiddetin kurbanlarına destek sağlamak için çeşitli tedbirleri kapsamına almaktadır.

  • Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni Ne Zaman İmzalamıştır?

Sözleşme, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış ve 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girmiştir.

  • İstanbul Sözleşmesi Neden Önemlidir?

İstanbul Sözleşmesi, imzacı devletlerin cinsiyete dayalı şiddetin her türlüsünü önlemek için gereken yasal, idari, eğitimsel, mali ve diğer tedbirleri almayı kabul ettiği ilk uluslararası sözleşmedir. Yani cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi açısından artık imzacı devletler, uyulmaması halinde yaptırımlarla karşılaşacakları uluslararası bir taahhüdün altına girmişlerdir.

  • İstanbul Sözleşmesi’nde Yanlış Bilinenler

6284 yalnızca kadınlar içindir.

6284 tüm şiddet mağdurları içindir.

6284 ile şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması hedeflenir.

6284’ün uygulanmasında kadın erkek eşitliğine duyarlı ve temel insan haklarına dayalı davranılır.

(6284 m.1)

6284 aile yapısını bozar.

   6284 ev içi şiddetin önüne geçer.

6284 ile şiddete uğrayan aile bireyleri, hızlı biçimde korumaya             alınarak maruz kaldıkları şiddetten uzaklaştırılır.

Şiddet mağdurları aile bireylerinin cinsiyetine bakılmaksızın               gerekli tedbirler alınır.

6284 ile aile içinden gelen şiddete maruz kalan her birey ve                  çocuğun sığınabileceği bir yeri olmalıdır.

    (6284 m.1-5)

  “Kadın beyanı esastır” hükmü

Psikolojik, cinsel, fiziksel ve ekonomik şiddetin özellikle aile içinden gelmesiyle birlikte acilen müdahale edilmesi gerekir.

Bu sebeple, yalnızca 6284    kapsamındaki koruyucu tedbir  kararlarının hükme bağlanmasında mağdur beyanından başka delil aranmaz. Fakat bu tedbir kararı ceza mahkumiyeti anlamına gelmez.

Ayrıca, aleyhine tedbir kararı verilen kişinin itiraz hakkı mevcuttur.

(6284 m.8, m.9)

 

6284 ile süresiz nafaka geldi.

     Nafakaya ilişkin hükümler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda         düzenlenmiştir.

6284 kapsamında tedbiren nafakaya hükmedilmesi mümkündür.

      Fakat bu da yine Türk Medeni Kanunu kapsamındaki            nafakadır.

6284 ile ayrı bir nafaka getirilmemiştir. Yalnızca tedbir kararı              kapsamında şiddet mağduru bireye nafaka bağlanmasına karar          verilebilir. Bu nafakanın süresi de koruma kararının süresi                    kadardır.

      (6284 m.5, m. 18)

 

6284 ile erkekler iftirayla ceza aldı.

Hükmedilen tedbir kararlarını ihlal eden kişiler 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsiyle karşı karşıya kalabilir. Her halükarda bu 6 ayı geçemez.

Zorlama hapsi ceza mahkumiyeti değildir.

Zorlama hapsine karşı itiraz mümkündür. Zorlama hapsi tekerrüre esas olmaz ve adli sicile işlemez.

(6284 m.13, 6284 Uygulama Yön. m.38)

 

6284 Yaşatır!

     Adalet Bakanlığına göre 2021 yılında, 6284 kapsamında tam               olarak 134 bin 501 koruma talebinde bulunulmuştur.

Ne yazık ki aile içi ve kadına karşı şiddet ülkemizin bir                           gerçeğidir.

Bu gerçekle mücadelede, hızlı ve etkin çözümler bulmak ve                   bunları uygulamak hukuk devleti olmanın bir gereğidir.

  • İstanbul Sözleşmesi Hala Yürürlükte mi?

İstanbul Sözleşmesi, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin 80. Maddesi, taraflardan herhangi birinin sözleşmeyi feshedebileceğini düzenlemektedir. Sözleşmenin feshi, konuya ilişkin bildirimin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ulaştırıldığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci gününde yürürlüğe girecektir. Sonuç olarak Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiştir.

 

 

Kaynaklar:

*6284, tablo: Bora Can Alcan

*mevzuat.gov.tr

*6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun

LİSANS SÖZLEŞMESİ NEDİR?

LİSANS SÖZLEŞMESİ NEDİR?

Lisans sözleşmesi fikri ve sınai bir hakkın ücret karşılığı tamamen veya kısmi olarak devridir. Kanuni bir tanımı ve düzenlemesi bulunmayan lisans sözleşmeleri bu özellikleri itibariyle isimsiz sözleşmeler kategorisine girmektedir. İsimsiz bir sözleşmeler olmalarına rağmen yoğun bir uygulama alanı bulan lisans sözleşmeleri tipikleşmiş isimsiz sözleşmeler olarak kabul edilmektedir.

Marka Lisans Sözleşmeleri

İradelerin karşılıklı uyuşması ile kurulan Marka ve patent sözleşmeleri kullanmakla bitmeyen bir borca konu olduğundan taraflarına sürekli borç ilişkisi doğurmaktadır. Sözleşme var oldukça tarafların hakları ve yükümlülükleri var olacaktır. Lisans verenin asıl borcu lisans alana markayı akitlerinde belirtilen çerçevede kullanmasını sağlamaktır. Dikkat edilmesi gereken husus sadece kullanma yetkisinin devredildiğidir, hakların kısmen veya tamamen devri söz konusu olmayacaktır. Karşı edim, Sözleşmede açıkça belirtilmişse ifa edilmeyebilir, karşı edimde bulunulmayan lisans sözleşmelerine serbest lisans ya da bedelsiz lisans adı verilmektedir.

Marka Lisans Sözleşmelerinin Konusu 

Marka ve patent sözleşmeleri, marka sahibinin markasını belirli koşullar altında lisans alan kişi veya şirkete kullanım hakkı verdiği sözleşmelerdir. Sözleşmeler, markanın kullanımı için belirli şartları, süreyi, ücretleri ve diğer ilgili hükümleri belirler. Marka ve patent sözleşmeleri, marka sahibi şirketlerin gelir elde etmek için markalarını lisanslamalarına ve lisans alan şirketlerin markanın prestijinden yararlanarak ürün veya hizmetlerinin pazarlama imkânı bulmalarına olanak tanır. Her iki tarafın da anlaşmaya uygun davranması gerektiği için, sözleşme oturmuş kaidelere uygun şekilde hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.

Patent Lisans Sözleşmeşleri

Patent lisans sözleşmeleri, bireylerin veya şirketlerin başka bir tarafa ait patentli teknolojiyi kullanmasına izin veren yasal sözleşmelerdir. Bu anlaşmalar, inovasyonun teşvik edilmesi ve yeni ürün ve hizmetlerin ticarileştirilmesi için gereklidir. Patent lisans sözleşmeleri, patent sahiplerinin buluşlarından kar elde etmeleri için bir araç olarak hizmet ederken, aynı zamanda başkalarının tazminat karşılığında fikri mülkiyetlerini kullanmalarına izin verir.

Patent Nedir?

Patent, patent sahibine buluşu üzerinde belirli bir süre için münhasır haklar veren resmi bir belgedir. Patent sahibi, patent konusu teknolojiyi üretmek, satmak veya lisanslamak da dahil olmak üzere patenti nasıl kullanacağına karar verme yetkisine sahiptir. Bazı durumlarda, patent sahipleri buluşlarını üretmek veya ticarileştirmek için kaynak veya uzmanlıktan yoksun olabilmektedir ve bu nedenle patenti başkalarına patent lisans sözleşmesi aracılığıyla lisanslayabilmektedirler.

Marka ve Patent Lisans Sözleşmesinin Türleri

Marka ve patent sözleşmelerinin birçok ayrımı bulunsa da en temel ayrımının basit lisans ve inhisari lisans olduğu söylenebilir.
İnhisari lisans, lisans verenin lisans üzerindeki inhisari haklarının lisans alana devredilmediği bir lisans türüdür. Bu tür lisans sözleşmeleri, lisans alanın markayı veya patenti belirli bir amaç için kullanmasına izin vermekte, ancak lisans alan, kullanımı dışındaki herhangi bir amaç için kullanamamaktadır. Örneğin, bir lisans sözleşmesi, bir şirkete, belirli bir ürün kategorisi için markanın ve patentin kullanım hakkını verebilir, ancak bu ilgili lisansa konu olan patentin veya markanın başka ürünler için kullanılmasına izin vermez.
İnhisari olmayan lisans (basit lisans) ise, lisans verenin marka veya patent üzerindeki inhisari haklarının bir kısmını veya tamamını lisans alan kişiye devrettiği bir lisans türüdür. Bu tür lisans sözleşmeleri, lisans alanın lisansı daha geniş bir alanda kullanmasına ve lisansın başkaca kullanımına izin verir. Ancak, lisans alan, lisansın kullanımı için belirli bir ücret ödemekle yükümlüdür ve lisansın süresi sınırlıdır. Her iki lisans türü de lisans verenin haklarını korumak için belirli koşullar içermelidir. Bu koşullar, lisansın süresi, lisans bedeli, markanın kullanımı ve lisansın sona erme şartlarını içerebilir.

Lisans Alan Kişinin Niteliğine Göre Marka ve Patent Sözleşmeleri

Marka ve patent sözleşmesi, kişilerin niteliğine göre ikiye ayrılmaktadır. Kişisel lisans, kişiye sıkı sıkı bağlıdır ve başkasına devredilemez olan lisans sözleşmesi türüdür. İşletme lisansında ise işletmenin devredilmesi durumunda bile lisans alanın lisans sahipliğini sürdürmektedir.

Sözleşmesel Lisans (İsteğe Bağlı Marka ve Patent Sözleşmeleri)

Lisans veren, marka veya patent sahibi, sözleşme serbestisi kapsamında, inhisari hak sahibi olduğu lisans konusu ürünün kullanımını diğer kişilere izin verme hakkına sahiptir. İsteğe bağlı marka ve patent sözleşmeleri ise, inhisari hak sahibinin markası üzerindeki haklarının, sözleşme yoluyla kullanılmasına izin verdiği bir lisans türüdür. Bu tür sözleşmeler, marka sahibi tarafından serbest iradesi ile düzenlenir ve yalnızca belirli koşullar ve sınırlamalar dahilinde geçerlidir.

Zorunlu Marka ve Patent Sözleşmesi

Sözleşme özgürlüğü ilkesinin istisnalarından olan zorunlu lisans, kanuni yetki ile bir tarafı sözleşme yapmaya zorlamaktadır. TRIPS maddelerinde görüldüğü üzere, zorunlu lisans sözleşmesinin hak sahiplerinin fikri mülkiyet haklarını kötüye kullanmasını önlemek için yerinde bir önlem olduğu belirtilmektedir. Türk Hukukunda ise zorunlu lisans, bazı kanuni düzenlemelere tabi olduğundan kurulması ve uygulanması kanun hükmüne bağlıdır.

Kullanım Sahasına Göre Marka ve Patent Sözleşmeleri

Kullanma lisansında, lisans alanın sadece kullanım hakkı bulunmaktadır. Satış veya üretim yapamayacaktır. Üretim lisansında lisan alana sadece üretim hakkı tanınmış olup kullanma ve satışa sunma gibi haklar tanınmamıştır. Lisans veren ise üretilen bu malları satın almadan kullanamayacaktır. Satış lisansı, bir üreticinin ya da sahibinin, bir başka kişi ya da kuruluşa ürettiği bir ürünü satma izni vermesidir. Bu lisans, üretici ya da sahibin belirlediği koşullar ve ücret karşılığında verilir ve genellikle belirli bir süre için geçerlidir. Satış lisansları genellikle yazılı olarak düzenlenir ve ürünün kullanımı, satışı, pazarlanması ve dağıtımı gibi konuları kapsar.

Üretim Lisansı

Lisans alana sadece lisans konusu ürünün üretim hakkını veren lisans türü üretim lisansıdır. Fakat, üretilen ürünlerin kullanım ve satış hakları bu lisansın sunduğu haklar çerçevesinde olmayacaktır. Bu durum hizmet markaları açısından, lisans alanın bir malı hizmetin parçası olarak tüketicilere sunduğu durumlar için de geçerli olacaktır. Lisans veren ise, lisans alanın ürettiği malları satın almak mecburiyetindedir.

Satış Lisansı

Satış lisansı, lisans alanın lisans verenin ticari markası altında, lisans veren veya belirlenmiş bir üçüncü kişilerce sağlanan malları satmasına izin vermesidir. Satış lisansı ihracat ve ithalat özel türlerinde kendini sıkça göstermektedir. Lisans alan, lisansı satın alır ve malları kendi mülkiyeti altında satarsa, lisans sözleşmesi kurulmasına gerek kalmayacaktır. Bunun durumun nedeni ise, mallar satıldığında ticari lisans hakkının tükenecek olmasıdır.

Coğrafi Açıdan Sınırlandırılmış Marka ve Patent Sözleşmesi

Lisans belirli bir bölgeye mahsus verilebilmektedir. Bu nedenle lisans alan, markayı veya patenti yalnız sözleşmede belirtilen coğrafi alanda kullanma hakkına sahip olacaktır. Eğer marka veya patent belirlenen coğrafi bölgenin dışında kullanırsa lisans verenin mutlak hakları lisans alana karşı kullanılabilmektedir. Buradaki önemli husus lisansın kullanımının belirli bölgelerde sınırlı olduğunu sözleşmede açık belirtmektir, aksi takdirde marka veya patent lisansı tüm ülkede geçerli olacaktır.

Alt Lisans

Alt lisans, asıl lisans sahibinin lisans sözleşmesi doğrultusunda bir başka kişiye markayı veya patenti kullanma izni vermesidir. Ancak, lisans sahibi alt lisans verme yetkisini sözleşmeye yazmalı veya alt lisans verme yetkisinin olduğu sözleşmenin içeriğinden anlaşılmalıdır. Alt lisansın kapsamı asıl lisansın kapsamına bağlıdır ve alt lisans veren lisans sahibi konumundadır. Alt lisans sözleşmesi, ana lisans sözleşmesinin şartlarına bağlıdır ve ana lisans sözleşmesinin sona ermesi durumunda alt lisans sözleşmesi de sona erecektir.

Lisans Sözleşmeleri Nasıl Kurulur?

Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri uyarınca lisans sözleşmesinin kurulması için, bir teklifin yapılmış ve bu teklife uygun olarak karşı tarafa bir kabul beyanı iletilmiş olması gerekmektedir. Tarafların sözleşmenin ana şartları konusunda karşılıklı anlaşmaları da sözleşmenin kurulabilmesi için bir zorunluluktur.

Marka ve Patent Sözleşmesinin Unsurları

Lisans sözleşmesinde esaslı unsurlar lisansın konusu, lisans bedeli ve lisans verenin lisans konusu hakkını sağlamasıdır. Marka ve patent sözleşmesinde ise lisansa konu kullanım kapsamı belirlenmelidir. Lisans veren lisans konusu hakkın kullanımını taahhüt etmeli ve lisans bedeli belirlenmelidir. Lisans bedelinin para dışında bir şey de olabilmesi de mümkündür, ancak karşılı ifanın gerçekleşmesi esastır.

Marka ve Patent Sözleşmesinin Şekli

Kanuni olarak tescil edilmiş markaların işlemleri yazılı şekle tabi olduğundan, marka ve patent sözleşmeleri de bu geçerlilik şartı uyarınca yazılı şekilde yapılmalıdır, aksi halde geçersiz sayılmaktadırlar. Ancak sözleşmenin yazılı olmaması durumunda ise, taraflar edimlerini büyük ölçüde yerine getirmişler ise sözleşme geçerli sayılacak, taraflardan herhangi biri sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri süremeyecektir.

Marka ve Patent Sözleşmesinin Tescili

Marka ve patent sözleşmelerinin sicile tescil edilmesi zorunlu olmayan bildirici etkiye sahip bir işlemdir. Fakat buradaki önemli husus sözleşmenin geçersizlik durumunun tescil ile geçerli hale gelemeyeceğidir. Ortak markalarda tescil zorunlu olduğundan, lisans verilebilmesi için lisansın marka siciline tescili gereklidir. Lisansın sicile kaydı için tescil numarası ile marka adının yer aldığı talep dilekçesi, noter onaylı lisans sözleşmesi ve ücretin ödenmiş olduğuna dair yazılı kanıt gerekmektedir.

Marka ve Patent Sözleşmesinin Tescilinin Etkisi

Marka ve patent sözleşmeleri, tescil edilmedikleri durumda iyiniyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülememektedirler. Ancak lisans tescil edilmişse, sonradan lisans hakkını devralan kişilere karşı ileri sürülebilmektedir. Lisansın sicile tescilinden önce lisans hakkını devralmış iyiniyetli üçüncü kişilere marka ve patent sözleşmesinden kaynaklı haklar ileri sürülememektedir. Lisansın sicile kaydedilmesi hem lisans alan hem de veren tarafından istenebilmektedir.

Sözleşmenin Hükümleri-Tarafların Yükümlülükleri

Marka ve patent sözleşmesi, lisans verenin haklarını lisans alanın kullanımına sunması ve karşılığında lisans alanın kullanımı karşılığı borçlu olduğu edimi ifa etmeyi kabul ettiği bir sözleşmedir. Taraflar arasındaki haklar ve borçlar, ilgili kanun hükümlerine ters olmamak kaydıyla sözleşme serbestîsi ilkesinden doğan hakları sebebiyle tarafların diledikleri biçimde belirlenebilmektedir. Ancak, her hukuki işlemde olduğu gibi dürüstlük ilkesi kaynaklı yükümlülükler de mevcuttur. Sözleşmenin içeriği, kanunlara ve ahlak kurallarına uygun şekilde hazırlanmalıdır.

Lisans Verenin Yükümlülükleri

Marka ve patent sözleşmesi, lisans verenin marka ve patent hakkından yararlanmayı sağlama yükümlülüğü üzerine kuruludur. Bu yükümlülük sadece marka ve patent kullanımına izin vermekle sınırlı değildir; lisans veren, lisans alanın sözleşmede belirtilen ölçüde lisans kullanımı engellememeli, kullanıma güçlük çıkarmamalı, katlanmalı ve lisans alanın hak iddia eden üçüncü kişilerden kurtulmasına yardımcı olmalıdır.

Lisans Alanın Marka veya Patent Hakkından Yararlanmasını Sağlama Yükümlülüğü

Marka ve patent sözleşmesinde lisans verenin asli yükümlülüğü, lisans alanın markayı veya patenti kullanmasını sağlama yükümlülüğünü üstlenmektir. Böylece lisans alan, marka veya patent hakkından doğan yasaklama hakkıyla karşı karşıya kalmaz. Lisans verenin yükümlülüğü sözleşmede belirlenmiş şartlar ve süreyle sınırlıdır. Lisans verenin yükümlülüğü, markayı veya patenti kullanmaya izin vermekle sınırlı değildir, aynı zamanda kullanıma engel olmama, güçlük çıkarmama, lisans alanı üçüncü kişilerin hak iddialarından kurtarma borçlarını da kapsar. Bu yükümlülük bağlamında, satım sözleşmesinin tekeffül hükümleri lisans sözleşmesine kıyasen uygulanabilmektedir.

Lisans Verenin Garanti Verme Yükümlülüğü

Lisans verenin esas mükellefiyeti, lisans alanın marka veya patent hakkından yararlanmasını sağlamaktır. Bunun için sözleşme konusu markanın geçerli ve mevcut olması gereklidir. Taraflar arasındaki sözleşmede, marka hakkının varlığına ilişkin garanti yükümlülüğü bulunmasa bile lisans verenin bu konuda garanti etmesi kabul edilmelidir.
Lisans veren, markayı ve patenti koruma ve destekleme yükümlülükleriyle birlikte sözleşmeye uygun davranan lisans alanın piyasadaki konumunu korumaya çalışmalıdır. Ancak, sözleşmede açıkça belirtilmemişse, lisans sahibinin reklam yoluyla markayı veya patenti koruma yükümlülüğü yoktur. Basit lisans alanda, markaya veya patente tecavüz teşkil eden üçüncü kişilerin fiilleriyle ilgili olarak lisans sahibinin dava açma hakkı vardır. Bu yükümlülük, sözleşmede belirtilmemiş olsa bile geçerlidir.

Lisans Alanın Yükümlülükleri

Lisans sözleşmesi yapılırken, karşı edim olarak lisans bedelinin ödenmesi koşulu vardır. Ancak serbest lisans sözleşmelerinde lisans kullanımı karşılığı bir ücret ödenmemesi kararlaştırılabilmektedir. Fakat sözleşmenin lafzından açıkça anlaşılmadığı müddetçe, lisans kullanımı bedelinin belirlenmesi zaruri olacaktır. Karşılıklı kararlaştırıldığı müddetçe lisans alan kimseler, paradan başka herhangi bir mal ile borcunu ifa edebilmektedir.
Lisans sözleşmelerinde, lisans alanın asli yükümlülüklerinin yanı sıra, sır saklama, kalite standartlarının sağlanması, reklam yapma ve hesap verme gibi yan yükümlülükler de bulunabilmektedir.

SONUÇ

Marka lisans sözleşmeleri ve patent lisans sözleşmeleri, taraflar arasında faydalı bir iş birliği sağlamak için önemli bir araçtır. Marka lisans sözleşmeleri, lisans verenin markasının kullanım hakkını verirken, lisans alanın da marka değerini artırmasına yardımcı olur. Patent lisans sözleşmeleri ise, patent sahibine icatlarından gelir sağlama imkânı verirken, diğer taraftan teknolojik yeniliklerin geliştirilmesine ve işletmelerin büyümesine yardımcı olmaktadır.
Bir lisans sözleşmesi hazırlanırken, tarafların haklarının, yükümlülüklerinin ve sorumluluklarının belirtilmesi önem arz etmektedir. Bu nedenle sözleşmelerin hazırlanması ve uygulanması sırasında hukuki destek sözleşmelerin taraflarca geçerliliği ve uygulanabilirliği açısından gereklidir.
Lisans sözleşmeleri, ticari faaliyetlerin geliştirilmesi için hayati bir araçtır ve işletmelerin ticari faaliyetlerine büyük ölçüde katkı sağlamaktadır. Ancak, sözleşmelerin doğru hazırlanması, tarafların karşılıklı çıkarlarını koruması ve sözleşmenin uygulanması sürecinde uygun takibi ve yönetimi de hayati önem taşımaktadır.

GERİ VERME VEYA KALDIRMA TALEBİNDE SÜREÇ

GERİ VERME VEYA KALDIRMA TALEP SÜRECİ NASIL İŞLEMEKTEDİR?

Fazla hesaplanan veya fazladan tahsil edilen gümrük vergilerinin geri verilmesi veya kaldırılması süreci Gümrük Kanunu’nun 211. ve 217. Maddeleri kapsamındadır. İdari bir başvuru yolu olmasıyla beraber, geri verme ve kaldırma süreci esasen anlaşmazlıkların yargı yoluna gidilmeden çözülmesini koşul tutan anlaşmazlık çözücü bir yoldur. Her gümrük vergisi geri verme veya kaldırma idari itiraz yoluna konu olmayıp sadece ithalatta alınan gümrük vergisi, damga vergisi ve TRT bandrol ücretlerinin fazladan hesaplanması veya tahsil edilmesi durumunda geri verme ve kaldırılma söz konusu olacaktır. Geri verme ve kaldırma talebi başvurusu, ilgili vergilerin vergi mükelleflerine tebliğ tarihinden itibaren üç yıl içerisinde yapılmalıdır. İdari karar niteliği taşıyan gümrük vergisi olgusu bu niteliği sebebiyle Gümrük Kanunun 242. Maddesinde ele alınan itiraz yoluna tabidir.

Geri Verme ve Kaldırma Nedir?

Geri verme ve kaldırmadan kastın ne olduğu Gümrük Kanunu’nun 210. Maddesi kapsamında ele alınmıştır. Bu nedenle öğretide ve uygulama esaslarında kanunun lafzi yorumu göz önünde bulundurulacaktır. Geri verme, kelime anlamından da anlaşılabileceği gibi vergi mükellefine tebliğ edilmiş ve fazla ödenmiş vergi borcunun yapılan itirazla ilgili idarece fazladan alınan vergi borcunun mükellefe geri verilmesidir. Geri verme itiraz yolu sürecinde mükelleflerin fazladan hesaplanmış fakat kısmen ödediği vergi borçlarının iadesi mümkün olmayacaktır.

Vergi borcunun kaldırılması durumunda ise ilgili borcun mükelleflere tebliği fakat ödenmemesi esastır. Gümrük Kanunu ve ilgili kanunlarda yazan hükümler dolayısıyla borcunun kısmen ya da tamamen ödenme yükümlüğünün kaldırılmasıdır.

 

Gümrük Kanunu’nda Yer Alan Diğer İdarî Başvurularla İlişkisi

İdari usul kanunu niteliği de taşıyan Gümrük Kanunu, gümrük vergilerini özel konu alıp gümrük vergilerine dair oluşabilecek uyuşmazlıkları açıklayan idari itiraz yollarını da içermektedir. Gümrük vergilerinin geri verilmesi ve kaldırılması başvurusunun yanı sıra 6. maddesinde karar başvurularını, 242. Madde çerçevesinde itiraz başvurularının usul yolunu açıklamıştır. Mevzuata 2011 yılında girmiş ve idari bir araç olan uzlaşma başvurusu ise geri verme veya kaldırma itiraz başvurularıyla alakalı bir başvuru yolu değildir bu nedenle konumuz kapsamında açıklama yapılmayacaktır.

Geri Verme ve Kaldırmanın Kapsamı

Gümrük Kanunun 210 ve 221 ila 214. Maddelerinden geri verme ve kaldırmanın ithalatta ve ihracatta mükelleflerin ödemekle yükümlü olduğu vergilerin kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Bu vergilere ek İthalat Katma Değer Vergisi, İthalat Özel Tüketim Vergisi ve özel tüketim vergisi niteliği bulunmayan TRT Bandrolü de geri verme ve kaldırma başvurusuna konu olan/olabilecek vergiler kapsamındadır.

 

Geri Verme ve Kaldırma Usulü

Bakanlığın eskiden ek-78 başvuru formu ile bizzat ilgili idareye yazılı bir şekilde verilmesi şeklinde şart koştuğu geri verme ve kaldırma başvuruları, getirilen düzenlemelerle sadece elektronik ortamda başvuru yoluna açılmıştır. Başvuru formunun doldurulmasına ek olarak geri verme kaldırma prosedürünün nasıl olacağı Gümrük Yönetmeliğinin 502. Ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Başvuru yapacak olan mükellefler açısından, başvurma süresi, başvurunun incelenmesi ve başvurunun sonucu bakımından Gümrük Kanunu, Gümrük Yönetmeliği ve elektronik başvuru sisteminin düzenli takibi önem arz etmektedir.

Geri verme ve kaldırma başvuruları her idari itirazda olduğu gibi belirli hak düşüm sürelerine tabidir. Fakat geri verme ve kaldırma başvurusu kapsamında; her vergi borcunun süresi, verginin türü çerçevesinde ayrı ayrı düzenlenmiştir. Başvuru yapılmaması durumunda ise geri verme veya kaldırmaya konu olan verginin iadesi mümkün olmayacaktır. Başvuru hakkının zaman bakımından aşılması istisna olarak Gümrük Kanunu’nun 211, 213 ve 214. maddelerinde düzenlenmektedir. İstisna konusu maddeler neden başvuru yapılamadığıyla alakalı mücbir sebep ve beklenmeyen durumları konu almaktadır. İstisna olarak verilen bu hallerden yararlanılabilmesi için, vergi mükelleflerinin mücbir sebep veya beklenmeyen durumu, gümrük idaresine ispat etmesi gerekmektedir.

 

Başvurunun İncelenmesi 

Gümrük idaresinin geri verme veya kaldırma başvurusu söz konusu olduğunda, kapsamlı ve nitelikli bir soruşturma yapması gerekmektedir. Süresi içinde yapılacak geri verme veya kaldırma başvurularının hepsinin soruşturulması yeterli olacağı gibi bu durumda hem idare hem başvurucu açısından idari süreç bir bütün olarak ilerleyecektir.

Hukuki dayanağı ne olursa olsun yapılan bir başvuruda idarenin farklı kararlar vermesi usul hatası olacaktır. Mükelleflerin aynı vergi borcu açısından farklı hukuki nedenlerle ayrı başvurular yapması durumunda ise tek bir kararın çıkarılması şeklinde bir yol izlenmelidir. Mükelleflerin aynı vergi borcu hakkında yapacağı birden fazla geri verme veya kaldırma başvurusunda, yeni bir içtihattın ortaya çıkması, kanunun eskiyi lehte etkileyecek bir şekilde değişmesi ve bunların idarece öngörülememiş, değerlendirilmemiş veya mükellefçe ileri sürülmemiş olması olası bulunmaktadır.

Yapılan başvurunun ilgili gümrük idaresince kısmen veya tamamen reddi başvuru süresince aynı konuda yeni bir kararın verilmesine engel olmayacaktır. Konuyla alakadar mahkeme kararı olması halinde ise, Gümrük idaresinin yeni bir karar veremeyecek ve mahkeme kararını uygulamak zorunda kalacaktır. Başvuru sürecinde konuyla alakalı herhangi bir koşul değişmemesine rağmen mükelleflerin birden fazla başvuruda bulunması, fazla kırtasiyecilik ve idarenin gereksiz meşgul edilmesi sebeplerinden hakkın kötüye kullanılması olarak algılanacağından, başvuruda başvurucuların aleyhine karar alınabilmesine sebebiyet vereceği dikkate alınmalıdır.

İlgili idarenin yazılı olarak bildirmesi gereken başvuru sonucu, başvurucu aleyhine olması durumunda Gümrük Kanunu’nun 6. Maddesinin 3. Fıkrası çerçevesinde itiraz yolu, itirazın gerekçelendirilmesi koşuluna tabi olarak açıktır.

İlgili gümrük idaresinin başvuruyu incelemesi sonucunda başvurucu aleyhine ilişkin karar, Gümrük Kanunu kapsamında verildiğinden yargı yoluna başvurulabilmesi için idari itiraz yollarının tüketilmesi gerekmektedir.

 

Nasıl Başvurulmaktadır?

Geri Verme veya Kaldırma getirilen düzenleme ile artık sadece elektronik ortamda yapılmaktadır. Bakanlığın yeni sistemi vatandaşlara anlatmak üzere hazırlamış olduğu elektronik kitapçıkta şöyle denmektedir: “Geri Verme veya Kaldırma Talep Yönetimi Sistemi, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 211 ila 214 üncü madde hükümlerine göre yapılacak geri verme ve kaldırma başvuruları kapsamında, Gümrük Yönetmeliğinin 502 nci maddesi uyarınca ibrazı gereken ve anılan Yönetmeliğin 78 no.lu ekinde yer alan “Geri Verme veya Kaldırma Başvurusu Formu” ve Forma eklenmesi gereken belgelerin elektronik ortamda ibraz edilmesine olanak tanıyan bir sistemdir. 01.04.2020 tarihli ve 31086 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Gümrük Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 30 uncu madde hükmü gereğince, Geri Verme veya Kaldırma Başvurusu Formu ve Form eki belgelerin aşağıda belirtilen adımların takip edilerek ilgili Gümrük Müdürlüğüne elektronik ortamda ibraz edilmesi gerekmektedir.”, “…Uygulamaya Bakanlığımız web sayfası üzerinde yer alan eİşlemler bölümünden BİLGE Sistemi kullanıcı kodu ve şifresiyle erişim sağlanmaktadır.”

 

SONUÇ

Geri verme ve kaldırma, gümrük vergileri ve para cezaları çerçevesinde uyuşmazlıkların idari aşamada çözülmesine hizmet eden bir idari çözümdür. Geri verme ve kaldırma kapsamında olduğu belirtilen ithalatta alınan katma değer vergisi, TRT Bandrol ücreti ve dampinge karşı vergi esas alınarak başvuru sürecine ilişkin değerlendirme, ithalatta süresince alınan her bir ekonomik yükümlülüğün özelliğine göre yapılmaktadır.

GÜMRÜK KANUNU MADDE 242 KAPSAMINDA İDARİ İTİRAZ YOLU

GÜMRÜK KANUNUNUN 242. MADDESİ KAPSAMINDA GÜMRÜK VERGİLERİNE İTİRAZ SÜRECİ

Gümrük Kanunu’nun 242. maddesi, gümrük ve para cezaları ile ilgili şikayetleri ve idari kararları düzenlemektedir. Gümrük Kanunu’ndaki idari itiraz, zorunlu bir idari başvuru yolu olarak kabul edilmektedir. 242. maddenin hükmü ve hükmün ikincil mevzuatı incelendiğinde, bu uygulamanın idare hukukunun temel ilkeleri ile temel hak ve hürriyetler ile çeliştiği söylenebilecektir. Çünkü söz konusu itiraz süreci mükellefin mülkiyet hakkına zarar verebilecek derecede ağır işlemekte ve yargı yolundan önce tanımlanmış süreler dahilinde olsa dahi idarenin keyfiyeti içerisinde sürüncemede kalabilmektedir.

 

GİRİŞ

Gümrük Kanunu’nun 242. maddesi, gümrük vergi ve cezaları ile ilgili itiraz yolu düzenlemiştir. Söz konusu düzenleme, davadan önce tüketilmesi gereken idari bir itiraz yolu olarak kabul edilmektedir. Çünkü usulüne uygun olarak itirazda bulunulmaması, dava açılmasına da engel olacaktır. Bu nedenle kanunla düzenlenen idari itirazın süresinin ve usulünün açıkça belirtilmesi önemlidir.

 

İDARİ İTİRAZIN HUKUKİ KAPSAMI

İdari itiraz usulü Gümrük Kanunu’nun 242. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin eski düzenlemesinde düzeltme ve itiraz için iki aşamalı bir yaklaşım kullanıldığını görmekteyiz. Ancak, uygulamadan beklenen sonucu vermediği için anılan hüküm değiştirilmiş ve düzeltme talebi uygulamasından vazgeçilmiştir. 242. maddeye göre; “Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir.”

 

Gümrük Kanunu madde 242/4 kapsamında, itirazın reddedilmesi halinde idari yargıya başvurulabileceği düzenlenmiştir. Söz konusu hüküm “itiraz edebilir” olarak düzenlenmiş olsa da Danıştay, yargıya başvurulmadan önce idari itiraz yollarının tüketilmesi gerektiğine dair içtihatlar oluşturmuştur. Bu düzenlemeye göre yükümlüler, vergi ve ceza kararlarına karşı idari itirazda bulunabilmektedirler. Uzlaşma talebi için hükümde bahsi geçen on beş günlük süre saklıdır.

 

Gümrük Kanunu madde 242/2 gereğince idari itirazda bulunulmasını takiben 30 gün içinde, itiraza cevap verilmesi gerekmektedir. 30 gün boyunca idarenin cevap vermemesi durumunda başvurunun zımnen reddedildiği kabul edilmekte ve yargı yolu açılmaktadır.  Ancak Gümrük Yönetmeliğinin 586. maddesi; “İtirazlar, anlaşmazlığa konu beyanname ve sair her türlü belge ile eşyadan alınacak örnek, örnek alınması mümkün olmayan hallerde eşyanın kendisi veya fotoğraf, katalog, prospektüs gibi eşyayı görmeden fikir verecek diğer belgelerin incelenmesi veya gerek duyulması halinde ilgili gümrük idaresinin mütalaası da alınmak suretiyle otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir. Otuz gün içerisinde karar alınamadığı durumlarda Kanunun 6. maddesinin ikinci fıkrası uygulanır.” Hükümlerine havidir.

 

Gümrük Kanunu’nun 6. maddesinin 2. fıkrasında ise; “Karar alınması talebinin yazılı olarak yapılması gerekir. Gümrük idareleri, söz konusu talebe ilişkin başvurunun kendilerine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde karar alırlar. Verilen kararlar başvuru sahibine yazılı olarak tebliğ edilir. Ancak, gümrük idareleri tarafından bu süreye uyulması mümkün değilse, belirtilen süre aşılabilir. Bu durumda, söz konusu idareler, yukarıda belirlenen sürenin dolmasından önce başvuru sahibine süre aşımını haklı kılan gerekçeler ile talep hakkında karar vermek için gerekli gördükleri ek süreyi de belirterek bilgi verirler” düzenlemesi bulunmaktadır. Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün 2014’te çıkan, idari itirazın cevaplandırılması konulu genelgede, bu ek sürenin belirlenmesi konusundaki açıklamalar ek sürenin dayandırılacağı hükmü İYUK 10. madde olarak göstermiştir. Bu hükümler kapsamında, yaşanan uyuşmazlıklar için yükümlülerin ilk olarak idari itiraz yollarını tüketmeleri gerekmektedir.

 

İdari itiraz yolu süresi 15 gündür ve ilgili idare 30 gün içinde itirazın kabulü ya da reddine dair bir cevap vermelidir. Ancak idare incelenmesinin 30 günlük süreyi aşacağını tespit ederse, süre bitmeden ve haklı gerekçesiyle birlikte gerekli görülen ek süreyi başvurucuya bildirmelidir. Diğer bir yandan İYUK hükmünde belirlenen süre, başvurudan itibaren 6 ayı geçmemelidir. Her durumda ek süre kullanılsa bile, başvurucular 30 günlük süre içinde kesin bir sonuç alınamaması nedeniyle İYUK 10. maddesinin 2. fıkrasına göre, yargı yoluna başvurabilmektedir. Ek süre sonunda idarece verilen cevap başvurucu lehine ise açılmış olan dava konusuz kalacağı için idari yargı “karar verilmesine yer olmadığı” kararı vererek davayı sonuçlandırmalıdır.

 

İDARİ BAŞVURU YOLUNUN ZORUNLULUĞU

İdari başvuru yolunun mecburi olması hak kaybına yol açabileceğinden incelenmesi hususu önem arz etmektedir. Çünkü idari itirazın zorunlu kılınması halinde idari işlemin dava konusu olabilmesi bir itirazın varlığına bağlıdır. Aynı zamanda zorunlu idari itiraz süresinin aşılması hem itiraz hem yargı yolu açısından hak kayıplarına sebebiyet verecektir. İlgili mevzuatta bir hak olarak düzenlenmesine karşın, Danıştay’ın düzenlemelerinden idari itirazın zorunlu kabul edildiği görülmektedir. Gümrük Kanunu’nda yer alan idari itiraza ilişkin düzenleme de bunlardan biridir. Gümrük Kanunu’nun 242. maddesinin 1. fıkrası açıkça “itiraz edebilir” şeklinde bir düzenleme getirmiştir. Bu hükme karşın Danıştay’ın içtihatlarından ve Ticaret Bakanlığı’nın genelgelerinden anılan hükmün mecburi bir idari başvuru yolu olduğu anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun buradaki hükmünden kastının ne olduğuna dair bir açıklama bulunmamaktadır. Hüküm lafzi yorumundan ihtimal anlaşılmaktadır fakat hükmün lafzı, uygulamalarla çatıştığından hükmün kesin bir yorumu olmayacaktır.

 

HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRMESİ

Zorunlu idari itirazın, yargı yolundan önce tüketilmesinin gerekliliği, sürenin kaçırılması halinde yargı yolunun tamamen kapanması nedeniyle hak arama özgürlüğünün kaybedilebilme ihtimali taşıması, mükelleflerin mülkiyet hakkı ile alakadar olduğu için mükelleflerce kesin anlaşılabilmesi gerekmektedir. Gümrük Kanunu’nda düzenlenen idari itiraz usulü, tek bir kanunda düzenlenmeyen ve uygulaması İYUK, Ticaret Bakanlığı tebliğleri ve Danıştay içtihatlarıyla da biçimlenmiştir.

 

Zorunlu olduğu kabul edilmiş idari itirazın kanunlarda, bireylerin hak kayıplarına uğramasına yol açabilir ve karmaşık şekilde düzenlenmiş olması, Anayasa m. 40/2 hükmüne aykırılık teşkil etmektedir. Gümrük Kanunu’ndaki idari itiraz yolu mükellef hakları bakımından hak arama özgürlüğü bakımından, yargıya gitme aşamasında geçici bir engel yaratmaktadır.

 

Gümrük Kanunu m. 242’deki düzenleme esasen komplike değildir. Fakat Gümrük Yönetmeliğindeki düzenlemenin, Gümrük Kanunu’nun 6. maddesine atıf yapması, maddedeki ek süre hükmünün açık olmaması ve Gümrük Genel Müdürlüğünün yayımladığı genelgede ek sürenin İYUK m. 10’a dayandırılması, bu çerçevede konu olan, idari itirazın usul yolunda, karmaşık olmasına yol açmaktadır.

 

SONUÇ

Kanun koyucunun lafzına göre, Gümrük Kanunu’nun 242. maddesine konu olan idari itiraz yolu ihtiyari bir başvuru yoludur. Ancak, Gümrük Kanunu’ndaki idari itiraz prosedürünün unsurları söz konusu olduğunda birçok çelişki bulunmaktadır. Bu çelişkili ifadeler, mahkemeye erişim engellenmesine ve mülkiyet hakkı kayıplarına sebebiyet vermektedir. Ancak Danıştay’ın yerleşik içtihatları ile de desteklendiği gibi idari itiraz yolu tüketilmesi gereken bir yol olup, tahakkuk ettirilmiş gümrük vergi ve cezalarının ihtirazi kayıtla beyan edilmesi ve/veya itiraz edilmesinin ardından İdarenin başvuru karşısındaki kabul, ret yahut zımni ret kararları sonrası Vergi ve İdare Mahkemelerinde “konu idari işlemin iptali davası” süreci gündeme gelecektir.

FRANCHISING VE FRANCHISE SÖZLEŞMESİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

FRANCHISING

 

Franchising Nedir?

Franchising, bir markanın imtiyaz sahibinin, belli şartlar dahilinde işin yönetim ve yürütülmesine ilişkin destek sağlayarak, belirli bir maddi bedel karşılığında, bağımsız yatırımcılara markasını kullandırmasıdır. Kelime anlamı olarak da franchise, “imtiyaz” anlamına gelmektedir.

Bir franchise sisteminde, franchise veren, franchise alana ticari marka veya logo gibi fikri mülkiyetlerini kullanma hakkı sağlamakta ve bunu yaparken franchise alana işin nasıl yönetileceği kapsamında bir dizi kural ve yönerge sunmaktadır.

Franchise alan, franchise verene genellikle bir başlangıç ücreti öder ve bu da ona franchise verenin iş modelini ve marka adını kullanma hakkı gibi imtiyazlar sağlar. Franchise veren, yer seçimi, pazarlama, reklam ve operasyonel destek konularında yardım etmek de dahil olmak üzere franchise alana kılavuz ve destek sağlar.

Avantajları Nelerdir?

Franchise veren açısından büyüme ve iş hacminin artması gibi avantajlar sağlarken işletmelerin giriş ödentileri gibi ödemeleri yapmasına gerek olmadan karını arttırmaktadır. Bu sayede oldukça düşük bir maliyetle gelişme ve büyümelerine imkan sağlar.

Franchise alan açısından ise sürekli eğitim ve teknoloji destekleri, reklam ve tanıtım gibi birçok avantajı bulunur. Ayrıca ilk kez özel bir işletme açacak olanlar da zor ve karmaşık bir süreçle karşılaşmadan daha düşük bir maliyetle işletme yönetebilecekleri bir avantaja sahip olmuş olacaklardır.

Franchising Sözleşmesinin Hukuki Niteliği

Franchise sözleşmesi, Borçlar Kanununda düzenlenmemiştir. Bu sözleşme de diğer sözleşmeler gibi hukuk kuralları çerçevesinde olmak kaydıyla sözleşme serbestisine tabidir. Bu sözleşme kapsamında her iki tarafın da ifa etmesi gereken karşılıklı borçları bulunur. Örneğin franchise veren işletme ve pazarlama sistemini franchise alana kullandırma borcu altına girerken franchise alan ise mal ve/veya hizmetlerin sürümünü kendi nam ve hesabına yapma ve destekleme borcu, üretim, işletme ve pazarlama sistemindeki fikrî ve sınaî unsurları kullanma ve bunların hukukî ve fiili varlıklarının devamına katkıda bulunma ve özellikle bunlara yapılan tecavüzlerden franchise vereni haberdar etme borcu, sistemin içerdiği ve franchise veren tarafından belirlenen üretim, işletme ve pazarlama ilkelerine uyma borcu, ücret ödeme borcu altına girmektedir. Bu durumda tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olduğu da söylenebilir.

Franchise sözleşmelerine konu edimler, hemen ve tek bir edimle değil, sözleşme süresine yayılarak yerine getirildiğinden sürekli bir borç ilişkisinin varlığından söz edilir. Franchise sözleşmesi kapsamında sürekli bir borç ilişkisi mevcut olduğundan, sözleşmenin sona ermesi sözleşmenin ifasıyla değil, belirli süreli bir franchise sözleşmesi, tarafların kararlaştırdığı sözleşme süresinin dolmasıyla kendiliğinden; belirsiz süreli bir franchise sözleşmesi ise olağan fesih bildirimi yoluyla sona erecektir.

Kısaca özetlemek gerekirse, franchising, halihazırda bir şirketin başka bir kişi veya kuruluşa belirli bir ücret ve telif hakları karşılığında marka adını, ürünlerini ve hizmetlerini kullanma hakkını verdiği bir iş modelidir. Franchise alan, halihazırda var olan şirketin marka tanınırlığından, iş modelinden ve franchise verenin desteğinden yararlanırken, franchise veren de franchise alanın çabalarıyla işini büyütür. Franchising, iş kurmak isteyen girişimciler için harika bir fırsat olabilir, ancak franchise sözleşmesini imzalamadan önce kapsamlı bir araştırma yapmak ve franchise sözleşmesinin şartlarını ve yükümlülüklerini anlamak önemlidir.

İNGİLTEREDE İNŞAAT ŞİRKETİ KURULUŞU

İNGİLTEREDE İNŞAAT ŞİRKETİ KURULUŞU

 

Limitet Şirket Nedir?

Limitet şirket, kanunen ‘tüzel kişi’ olarak kabul edilen bir kuruluştur. Bu durum, şirketin kendi kimliğine sahip olması, sahibinden tamamen ayrı olması ve işlerini kendi adı altında yapması anlamına gelmektedir. İşletme, tıpkı gerçek bir insan gibi, para kazandığı takdirde vergi ödemek zorundadır, para kaybettiğinde ise borç sahibi olabilir.

 

Kurulum sürecinde size rehber olabilecek 10 adım:

1. Şirketinin adını belirle: Bir şirketi limitet şirket olarak tescil ederken, şirket adı olarak kullanılabilecek isimler açısından bazı sınırlamalar bulunur.

Şirket adı, bir başka kayıtlı şirketin adıyla aynı olamaz. Seçtiğiniz şirket adı, başka bir şirketin adına çok benziyorsa, size karşı bir şikayette bulunulması halinde şirket adını değiştirmeniz gerekebilir. Daha önce alınmış bir şirket adı seçmek, müşterilerinizde kafa karışıklığına sebep olabileceği gibi işinizi de etkileyeceğinden bu durum sizin açınızdan faydalı olmayacaktır. Seçtiğiniz ad, saldırgan olmamalı; hassas kelime veya ifadeler içermemeli ve izin verilmiş olmadığı sürece hükümet ya da yerel makamlarla ilgili bağlantılara gönderme yapıyor olmamalıdır.

2. Yönetici ve ortakları atama: Bir limitet şirketin, yasal olarak şirketi yönetmekten ve bunun yanı sıra raporların hazırlanması ve güncelliğinden sorumlu olan en az bir tane yöneticisi olmalıdır. Yöneticiler, 16 yaşında veya 16 yaşından büyük olmalıdır. Daha önce men edilmiş olan bir yönetici, yeni kurulmuş bir şirkette yönetici olarak görev alamaz. Yöneticilerin Birleşik Krallık’ta yaşıyor olması gerekmez ancak şirketin Birleşik Krallık’ta kayıtlı bir ofis adresi bulunmalıdır. Tüm yöneticilerin isim ve adresleri, “Companies House”’da çevrimiçi olarak halkın erişimine açıktır. Özel bir limitet şirket kuruyorsanız, bir şirket sekreterine ihtiyacınız olmayacaktır ancak bazı şirketler, şirket sekreterlerini, yöneticilerin birtakım sorumluluklarını üstlenmek amacıyla bulundurur.

Bir şirket sekreteri, yönetici olabilir. Ancak,

  • Şirketin hesap denetçisi,
  • Mahkeme izni olmadığı sürece ibra edilmemiş müflis,

olamaz.

3. Ortaklar ve Hisse Senetleri İhracı: Hisselerle sınırlı bir şirketin, yönetici olabilecek en az bir hissedarı bulunmalıdır. Tek hissedar sizseniz, şirketteki hisselerin %100’üne siz sahip olursunuz. Maksimum hissedar sayısı için öngörülen bir üst sınır bulunmamaktadır. Bireysel bir hissenin fiyatı, herhangi bir değerde olabilir. Şirketin kapatılması gerekiyorsa, hissedarlar, hisselerinin tamamını ödemelidir. Hissedarların yükümlülüğünü daha sınırlı bir hale getirmek için düşük bir hisse değeri belirlemeyi seçebilirsiniz. Toplam hisse miktarı sermayeye orantılı olarak bölündüğü sürece şirketteki diğer hissedarları da dahil edebilirsiniz. Oyların eşit olması durumunda, hisselerin başka bir kişiye satılması da iyi bir fikir olabilecektir. Bu yöntemle başka bir kişi eşitliği bozan oy haline gelirken, bir diğer kişi karar verebilir.

Bir şirketi tescil ettirdiğinizde, hisselerle ilgili bilgileri ortaya koyan bir sermaye beyanı sağlamanız gerekecektir.

Bu beyan,

 

Şirketin sermayesi, diğer bir ifade ile ‘şirketin sahip olduğu her tür hissenin sayısı ve türü ile bunların toplam değerini’,

 

“Aboneler” ya da “Üyeler” olarak adlandırdığımız tüm hissedarların isim ve adreslerini,

içermelidir.

4. Companies House’a Kaydet: Şirket ismi ve ilgili kişiler (yönetici, hissedar vb.) ile ilgili önemli kararları verdikten sonra, şirketinizi Companies House’a kaydettirmeniz gerekir. Bunu yapmak için, Companies House’ın çevrimiçi web sitesine erişim sağlayarak kurulum formu aracılığıyla gerekli tüm bilgileri göndermeniz ve yaklaşık 12 £ tutarında bir ücret ödemeniz gerekecektir.

Companies House, kayıt için yaptığınız başvuruyu inceleyecek ve seçtiğiniz ismin kullanılmaya uygun olup olmadığını değerlendirecektir. Ayrıca, sizden bir şirket müdürü veya şirket sekreteri atamanızı da talep edeceklerdir. Bunları sizin yerinize halletmesini bir muhasebeciden de isteyebilirsiniz.

5. Şirket Kuruluş ve Ortaklık Sözleşmeleri: Şirketinizi kaydettirirken, Companies House’a bir ‘şirket kuruluş sözleşmesi’ de sunmanız gerekecektir. Bu, herkese şirketi neden kurduğunuzu ve nasıl yönetmeyi planladığınızı gösteren bir belge niteliğinde olacaktır. Bir vergi uyuşmazlığının ortaya çıkması durumunda, bu belge, mahkemede olağanüstü bir hukuki önem taşıyabilir.

Eğer belgeyi kendiniz yazmayı tercih ediyorsanız, buradaki kilit nokta, belgeyi basit tutmak ve yalnızca ihtiyaç duyulan temel bilgilere yer vermektir:

 

  • Şirketinizin ne için kurulduğu,
  • Nasıl yönetmeyi amaçladığınız,

gibi.

Kuruluş Sözleşmenizi tamamlamadan önce muhasebecinize danışmanız her zaman tavsiye edilir.

6. Bir İş Hesabı Kurun: Bir limitet şirketin, işle ilgili tüm gelir ve giderler için kullanılan kendine ait bir ticari banka hesabı olmalıdır. Şirket tarafından elde edilen gelirler, şirketin banka hesabına ödenmelidir. Bunun yanında, şirkete ödeme yaparken, kendi adınız altına ödeme yapamazsınız.

Bir ticari banka hesabına sahip olmak, hesapları yönetirken ve vergi beyannamelerini doldururken işinizi oldukça kolaylaştıracaktır. Kişisel hesabınız ve iş hesabınızın ayrı tutulması, gelir ve giderlerinizi daha net yönetmenizi sağlar. Aynı zamanda HMRC de (İngiltere Gelir ve Gümrük İdaresi) bir soruşturma gerçekleştirmesi durumunda, fonlarınızı bu şekilde yönetiyor olmanızı bekler.

Bir ticari banka hesabının oluşturulması bankaya bağlı olarak, birkaç gün ile birkaç hafta arasında sürebilir. En iyi bankayı bulmak için kapsamlı bir araştırma yapın, bu sayede en iyi fırsatlardan yararlanabilirsiniz.

7. Kurumlar Vergisi Kaydı: Şirketinizi Companies House’a kaydettirdikten sonra, şirketinizin işe başlamasının ardından 3 ay içinde Kurumlar Vergisi için de kayıt ettirmeniz gerekir. Alım, satım, mülk kiralama ve işçi istihdamı da bu süre kapsamındadır. Üç aylık süreler içinde kayıt yaptırılmaması, para cezasına yol açabilir.

Online kayıt yaptırmak için şirketinizin 10 haneli Kişisel Vergi Mükellefi Referansına (UTR) ihtiyacınız olacaktır. Bu referans, şirket kurulduktan birkaç gün sonra, şirket adresinize HMRC tarafından gönderilecektir.

8. KDV için Kayıt: KDV, Birleşik Krallık’ta birçok mal ve hizmetten alınmakta olan bir vergidir ve şu anda ‘standart’ oran %20’dir. İşletmenizin geçmiş 12 aylık cirosu, mevcut KDV eşik düzeyini aşıyorsa (güncel olarak 1 Nisan 2017’den itibaren 85,000 £) bu halde şirketinizin KDV için kayıt yaptırması gerekecektir.

Eğer önünüzdeki 30 gün içerisinde cironuzun eşik düzeyini aşması bekleniyorsa, bu halde de şirketinizin KDV için kayıt yaptırması gerekir. Cironuzun eşik düzeyini aşmadığı veya önünüzdeki 30 gün içerisinde aşmasını beklemediğiniz durumda da KDV için kayıt yaptırmayı tercih edebilirsiniz.

Limitet şirket yöneten çoğu müteahhit, KDV için kayıt yaptırmıştır. KDV’ye kayıtlı olmak sadece profesyonel bir izlenim yaratmakla kalmaz, aynı zamanda yükümlü olduğunuz KDV’yi geri almanızı da sağlar.

 

KDV için buradan online kayıt yaptırabilirsiniz: https://www.gov.uk/register-for-vat

9. İnşaat Sektörü Programı (CONSTRUCTION INDUSTRY SCHEME-CIS): İnşaat sektörü programı, belirli türdeki inşaat işleri ile ilgili ödemelerden vergi kesintisi yapılmasını içeren bir vergi indirimi programıdır. CIS, kalıcı veya geçici binalara yönelik inşaat işlerinin yanı sıra, yollar ve köprüler gibi inşaat mühendisliği işlerini de kapsamaktadır.

İnşaat sektöründe taşeron veya mühendis olarak çalışmaktaysanız, İnşaat Sektörü Programı (CIS) için HMRC’ye kayıt olmanız gerekecektir.

Program, müteahhitlerin, taşeronların ücretinden bir miktar kesmesi ve bunu HMRC’ye aktarması şeklinde işler. Kesintiler, taşeronun vergi ve ulusal sigortasına yönelik avans ödemeleri olarak sayılır.

Peşin ödeme yapmak istemiyorsanız, CIS’e kaydolduğunuzda brüt ödeme statüsü için başvuruda bulunabilirsiniz.

Kayıt yaptırmak müteahhitler için zorunludur, taşeronlar için ise bu konuda herhangi bir zorunluluk yoktur; ancak taşeronlar kayıt yapılmadığı takdirde daha yüksek oranda ulusal sigorta ödemek zorunda kalacaktır.

CIS’e Nasıl Kaydolunur? İnşaat Sektörü Programına (CIS) kaydolmak için şunlara ihtiyacınız olacaktır:

  • Yasal ticari adınız,
  • Ulusal sigorta numaranız,
  • İşletmeniz için kişisel vergi mükellefi referans numarası (UTR)
  • KDV’ye kayıtlı iseniz KDV sicil numaranız

Taşeron ve CIS Yüklenicisi iseniz (inşaat işlerini yapmaları için taşeronlara ödeme yapıyorsanız), her ikisi için de CIS’e kaydolmanız gerekecektir.

 

Online kayıt formları ve prosedüre buradan erişebilirsiniz: https://www.gov.uk/what-you-must-do-as-a-cis-subcontractor/how-to-register

EV TADİLATI – “İMAR İZNİNE İHTİYACIM VAR MI?”

İmar iznine başvurmanıza gerek kalmadan, belirli çalışma türlerini gerçekleştirebilirsiniz.

Bu hallere, “izin verilen geliştirme hakları” denilmektedir. Bu haklar, yerel yönetim tarafından değil, hükümet tarafından verilen genel bir imar izninden kaynaklanmaktadır. Konutlara yönelik birçok ortak proje için geçerli olan izin verilen geliştirme haklarının; apartman daireleri, dubleks daireleri ve diğer binaları kapsamadığını da unutmamak gerekir. Benzer şekilde, ticari mülklerin, konutlardan farklı izin verilen geliştirme hakları vardır.

Ülkenin ‘belirlenmiş alanlar’ olarak bilinen bazı bölgelerinde, genellikle izin verilen imar hakları daha kısıtlıdır.

Örmeğin, eğer bu bölgelerde yaşıyorsanız:

  • Koruma alanı,
  • Milli park,
  • Doğal güzelliğe sahip önde gelen ulusal alanlar,
  • Dünya mirası sit alanı,
  • Norfolk ya da Suffolk nehirleri.

Diğer alanlarda, başvuru gerektirmeyen belirli çalışma türleri için imar izni başvurusunda bulunmanız gerekecektir. Mülkün, koruma altına alınmış bir yapı olması halinde de farklı gereklilikler mevcuttur. Genellikle, herhangi bir çalışmaya başlanmadan önce yerel İmar ve İskan Müdürlüğü ile iletişime geçmeniz ve tasarılarınız üzerinde müzakere etmeniz tavsiye edilir. Bunun sebebi, neden geliştirme izni verilmeyebileceği ve imar izni başvurusunda bulunmanız gerekip gerekmediği konusunda sizi bilgilendirebilecek olmalarıdır.

İzin verilen geliştirme hakları, Meclis tarafından verilen bir tür genel imar iznidir. Eğer gerçekleştireceğiniz proje belirli kısıtlamalar dahilinde ise, bu durumda imar izni başvurusu yapmamanız mümkün olabilir. İzinli imar, sadece müstakil evler ve müştemilatlar bakımından geçerlidir, apartman daireleri ve dubleks daireler ise asla bu kapsamda olamazlar; ayrıca, koruma altına alınmış bir konut veya koruma alanında yaşıyorsanız da bazı istisnalar söz konusu olabilir. Geçmişte, bina inşaatı işi yaptırmışsanız, izin verilen geliştirme haklarının bir kısmını veya tamamını zaten kullanmış olabilirsiniz. Tıpkı imar izni gibi, izin verilen geliştirme de yerel İmar ve İskan Müdürlüğü tarafından düzenlenir.

Tek katlı eklentiniz veya sera, kış bahçesi gibi yerler, aşağıdaki özelliklere sahip olduğu takdirde izin verilen geliştirme hakkı kapsamında olacaktır:

  • Otoyola bakmadığı sürece evin yan tarafında yer alması veya evin ön değil de arka tarafında yer alması,
  • Mevcut evin arka duvarını, bitişik nizamda ev söz konusu olması durumunda 3 metre; müstakil ev olması durumunda 4 metre aşmaması,
  • Mevcut ev yapısına benzer yapı malzemelerinin kullanılması,
  • Orijinal evin arazisinin %50’sinden daha azını kaplaması, (Orijinal ev, mülkün inşa edildiği zamanı ya da 1948’ten önce inşa edilmişse 1 Temmuz 1948’deki halini ifade eder.)
  • Eğer bir yan uzantı orijinal evin genişliğinin %50’sinden az ise,
  • Yüksekliği 4 metreden; parsel sınırının 2 metre yakınında olması durumunda ise 3 metreden azsa,
  • Mevcut yapıdan daha yüksek olmayan saçak ve mahyaya sahipse,
  • Çatı katı odanız, aşağıdaki özelliklere sahipse izin verilen geliştirme hakları kapsamında olursunuz:
  • Teraslı bir ev için 40 metreküpten az; müstakil veya yarı müstakil bir ev için 50 metreküpten az olacak şekilde eklenti yapılması,
  • Mevcut ev yapısına benzer yapı malzemelerinin kullanılması,
  • Mevcut çatının en yüksek kısmına eşit veya en yüksek kısmından daha alçakta olması,
  • Çatı duvarının, mevcut duvar yüzeyinden en az 20 santimetre geriye yerleştirilmesi,
  • Zemin seviyesinden 1,7 metreden daha az yükseklikte açılmayan pencereler kullanılması,
  • Yan camlarda buzlu cam kullanılması,

Eğer sundurmanız aşağıdaki özelliklere sahipse, izin verilen geliştirme hakları kapsamında olursunuz:

  • Toplam zemin alanı, 3 metreden daha az yer kaplıyorsa,
  • En yüksek noktası 3 metreden daha düşükse,
  • Yola açılan parsel sınırının 2 metre yakınında yer almıyorsa,
  • Hangi inşaat işleri izin verilen geliştirme hakları kapsamında değildir?
  • Balkonlar
  • Verandalar
  • Kabarık platformlar
  • Arka sınırı 7 metrelik mesafede olan yan uzantılar
  • Saçak yüksekliği 3 metreden fazla olan sınıra 2 metrelik mesafedeki eklentiler
  • Orijinal evin etrafındaki orijinal arazinin %50’sini aşan eklentiler
  • Orijinal evin yüksekliğinden daha yüksek olan bir çatı katının saçakları ve mahyası
  • 4 metreden uzun veya orijinal evin genişliğinin %50’sini aşan eklentiler
  • Evin ön tarafındaki uzantılar
  • Seçili araziler üzerindeki yan uzantılar
  • Zemin katın üzerinde bulunan net camlı pencereler,
  • Zeminden 1,7 metreden daha az yükseklikte konumlandırıldığında açılabilen çatı pencereleri

10. YASAL GELİŞİM SERTİFİKASI NEDİR?: Projenizle ilgili olarak verilen geliştirme iznini düzenleyen yasa hükmü net değilse veya bölgenizde koşullu olarak yürürlükten kalkmışsa bir yasal geliştirme sertifikası için başvuruda bulunmanız ve hatta imar başvurusu yapmanız gerekebilir. Ancak, herkese izin verilen geliştirme haklarını kullanmasını tavsiye ediyoruz. Yukarda bahsettiğimiz bu sürecin izlenilmesi, geçmiş, mevcut veya gelecekteki inşaat çalışmalarınızın kuralına uygun şekilde yapılmasını sağlar ve mülkünüzü satmak istediğiniz zaman menfaatlerinizi korur. Başvuru süreci, imar başvurusuna benzerdir.

Başvuru yaparken sağlamanız gerekenler şunlardır:

  • Bir başvuru formu
  • Başvuruda yer alan bilgileri doğrulayan kanıtlar – bu kanıtlar, mimari plan ve görünüşleri de kapsar
  • Alan konum planı
  • Ücret

BİR ALTERNATİF UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM YOLU OLARAK TAHKİM

TAHKİM

Tahkim, kanunun tahkim yolu ile çözümlenmesine izin verdiği konular kapsamında olması koşuluyla taraflar arasında çıkan uyuşmazlıkların devletin resmi yargı organları yerine, kendileri tarafından belirlenen hakemlerce çözümlendiği bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Günümüzde esas olan uyuşmazlıkların devlet mahkemelerinde çözümlenmesidir. Bunun tek istisnası ise tahkimdir.

Tahkim, özellikle ticari ve yatırım uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanan bir yöntemdir. Tahkime başvurulabilmesi için en az iki tarafa ve bir de tahkim sözleşmesine ihtiyaç vardır. Bu taraflar gerçek veya tüzel kişi olabilir.

  • Tahkim Sözleşmesinin Geçerlilik Koşulları Nelerdir?

Öncelikli koşul, tarafların tahkim yoluna başvurma kapsamında ortak bir iradelerinin olmasıdır. Bu iradeler açık ve net biçimde açıklanmış olmalıdır, tahkim iradesinin kesin ve net şekilde anlaşılmadığı tahkim sözleşmeleri geçerlilik kazanmayacaktır.

Tahkim sözleşmesine konu olan uyuşmazlık belirli veya belirlenebilir nitelikte bir uyuşmazlık olmalıdır.

Uyuşmazlık konusu tahkime elverişli olmalıdır. Örneğin, HMK m. 408’de açıkça taşınmaz mallar üzerindeki ayni haklardan veya iki tarafın iradelerine tabi olmayan işlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların tahkime elverişli olmadığı öngörülmüştür.

Tahkim süreci, tipik olarak taraflardan birinin tahkim talebinde bulunmasıyla başlar. Ardından diğer tarafa bildirim yapılarak yanıt verme fırsatı verilir. Taraflar tahkim yoluna başvurmak üzerinde iradelerini birleştirirse, anlaşmazlıklarını dinlemek üzere bir hakem veya hakem heyeti seçeceklerdir.

Hakem daha sonra, delillerin ileri sürüldüğü ve iki tarafın uyuşmazlıkları üzerine tartışılan bir duruşma gerçekleştirip uyuşmazlığı taraflar açısından bağlayıcı olacak bir karara bağlayacaktır.

Bazı uyuşmazlıklar bakımından tahkim bir “şart” durumundayken, bazı uyuşmazlıklar için ise tahkime başvurma konusunda taraflara bir seçim hakkı tanınmıştır. Taraflar için tahkim yoluna başvurmanın bir zorunluluk olup olmamasına göre tahkim, zorunlu ve ihtiyari olmak üzere ikiye ayrılır.

Zorunlu tahkimde tarafların iradelerine bakılmamaktadır. Zorunlu tahkimde, uyuşmazlığın çözümü için tahkim yoluna gitmek bir şart olarak öngörülmüştür. Tahkim yoluna başvurmanın tarafların iradelerine bağlı tutulduğu durumlarda ise ihtiyari tahkim söz konusudur.

Zorunlu tahkimde, uyuşmazlığın çözümü kanunla tespit edilmiş hakem ya da hakem kurulu tarafından yapılacaktır. İhtiyari tahkimde ise taraflar tahkime başvurma konusunda olduğu gibi, hakem ya da hakemlerini seçmekte de serbesttirler. Ancak hakemin kararıyla bağlıdırlar.

Tahkim bir de kendi içerisinde iç tahkim ve uluslararası tahkim olmak üzere ikiye ayrılır. Taraflar arasındaki ilişkide “yabancılık unsuru” bulunmuyor ise iç tahkim yoluna gidilir. Bir hukuki iş, eylem veya işlemin birden çok hukuk sistemiyle ilgili veya ilişkili olması halinde yabancılık unsuru barındırdığı kabul edilir. Örneğin tarafların Türkiye dışındaki bir yeri tahkim yeri olarak kabul etmeleri halinde, her iki tarafın Türk olması durumunda dahi burada bir yabancılık unsurundan söz edilir ve bu durum tahkimin uluslararası olması için yeterli olacaktır.

Taraflar arasında yapılan tahkim sözleşmesinde uygulanacak usul hukuku kurallarının kararlaştırılmamış olması hâlinde, uyuşmazlığın niteliğine göre ya Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun tahkime ilişkin hükümleri ya da Milletlerarası Tahkim Kanunu hükümleri uygulanır. Tahkime ilişkin hususlar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 407-444. maddeleri arasında düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun tahkime ilişkin hükümleri, yabancılık unsuru içermeyen ve tahkim yerinin Türkiye olarak belirlendiği uyuşmazlıklar hakkında uygulanır.

Uluslararası tahkimin bir çeşidi ise yatırım tahkimidir. Yatırım tahkimi, uluslararası hukukta, yabancı yatırımcılar ile yatırım yaptıkları ev sahibi taraf devlet arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için başvurulan bir uyuşmazlık çözüm mekanizmasıdır. Yatırım tahkimi yönünden en önemli uluslararası kaynak ISCID Sözleşmesi’dir. Yatırım tahkimi tipik olarak, bir yabancı yatırımcı, taraf devlete yatırım yaptığında ve yatırım yapan devlet, yatırım anlaşması veya yatırımcı ile devlet arasındaki bir sözleşme kapsamındaki haklarının ihlal edildiğini düşündüğünde ortaya çıkmaktadır. Bu hak ihlalleri, yatırımcının mülkünün kamulaştırılması, ayrımcı muamele yapılması ve güvenliğin sağlanamaması şeklinde olabilir. Uyuşmazlık konusu iddialar, genellikle taraflarca seçilen veya Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi (ISCID) Daimi Tahkim Mahkemesi (PCA) gibi kurumlar tarafından atanan, bir veya daha fazla hakemden oluşan bir panel olan bir hakem heyeti tarafından dinlenir ve çözümlenir.

Tahkimin çeşitli avantajları bulunur. Başlıca avantajlarından biri, tahkimin devlet yargısında görülen yargılama süreçlerine göre çok daha hızlı sonuçlanabilmesidir. Tahkim süreci genellikle birkaç ay içinde çözümlenebilirken, devlet yargısında görülen davaların çözümlenmesi yıllar alabilmektedir. Ayrıca tahkim, genellikle öngörülmüş olan diğer yargı mercilerine göre daha az maliyetlidir. Bir tahkim duruşmasının maliyeti genellikle diğer yargı mercilerine göre düşüktür ve karşılanması gereken daha az prosedürel gereklilik vardır.

  • Hakem Kararları Temyiz Edilebilir mi?

Hakem kararları içerik yönünden temyize kapalıdır. Bu demektir ki mahkemeler kararın doğru ve yerinde olup olmadığını inceleyemez. Ancak usul yönünden, iptal kararı için tahkimin gerçekleştiği ülkede dava açılması mümkündür. İptal davası için öngörülmüş olan şartlar vardır. Bunlardan öncelikli olanları, kararın tahkim süresi geçtikten sonra verilmiş olması, talep edilmeyen bir konu hakkında karar verilmiş olması ve duruşma için gerekli tebligatın zamanında yapılmamış olmasıdır.

Görüldüğü üzere, tahkim kendi içinde çeşitleri olan ve birçok avantajı bulunan bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Maliyet, zaman ve prosedürler kapsamında düşünüldüğünde, herhangi bir uyuşmazlığın söz konusu olması durumunda; uyuşmazlık konusu kanunun tahkim yoluna başvurulmasına olanak tanıdığı konular kapsamında ise tahkim yolu ile uyuşmazlıkların çözümünün sağlanması çok daha verimli olabilecektir.